HONG KONG





İlk yurtdışı seyahatimdi, o da dünyanın bir ucunaydı. Hayatı uçlarda yaşamak benim kaderim herhalde??? 10 saatlik yolculuk sonunda uçaktan indiğimizde puslu, basık, sıcak havasıyla Hong Kong beni şaşırtmadı. İstanbul’da yasayan dünyanın her yerinde yaşayabilir sanırım, her yerden özellikler var. Şehrin eski, kalabalık görüntüsü içinde yükselen dev binalar. Bu binalarda yasayan onca insan, en ilgimi çeken de yüksek binalardaki evlerin camından dışarı asılan çamaşırlar ve sokakta cop arabasını bekleyen çöpler. Gitmeden önce okumuştum internette, çok haklı bir yorummuş, sokakların kendine özgü kokusu var… on gün kaldık alışamadık, o kokuyu hep aldım.

İlk anlardaki gözlemim kadınlarının en sıradanının bile çok şık olduğuydu. Hepsi ufak tefek ve çok tarz giyiniyorlar. Fiziksel özelliklerinden dolayı Hong Konglu kadınların yaşını tahmin etmek zor. Daha ileriki günlerde anladım ki bizim kaldığımız yerden dolayı böyle. Şehir merkezindeydi otelimiz, iş yerlerin, bankaların, fuar merkezinin, otellerin, alışveriş merkezlerinin, holdinglerin olduğu bir semt. İstanbul’daki Zincirlikuyu, Gayrettepe gibi… Metroya bindiğimizde, şehrin merkezinden banliyölere doğru uzaklaştığımızda halkın hepsinin böyle olmadığını gördük.

Yabancıya yardım gibi dertleri yok ama kendi aralarındaki iletişim çok iyi, çiftler hep el ele ve birbirleriyle konuşuyor, gülüyorlar (benim için önemli)… Kadınlar, binalar modern görünümde, çalışan kadın sayısı çok fazla ve neredeyse erkekten fazla kadınlar araba kullanıyor, çoğunlukla da  lüks arabalar. Yiyecek, içecek çok pahalı, aslında burada yasam genel olarak pahalı. Dikkatimi çeken bir başka şey de, bizdekinin tersine, kadınların erkeklerine olan ilgisi, elleri hep üstlerinde. Toplu ulaşım araçları, metro çok kalabalık özellikle is saatlerinde İstanbul’daki gibi kapılar zor kapanıyor.

Yemek konusu bana biraz sorun oldu. Ön yargılıyım bu konuda maalesef. Allahtan fırınlar, pastaneler çoktu.  Kavuştum karbonhidratlarıma. Bir de tabii tavuk… iyi bir restraurantta çok güzel tavuk yemeği yiyebiliyorsunuz, bizdeki çay yerini orada yeşil çay almış. Yemek sonrası bittikçe dolduruyorlar. Hazmetmeye yardımcı olmasından dolayı sanırım. Sosları güzel ama bana göre tatlı, ekmekleri de… Fiyatlar yüksek, her akşam gidemiyorsanız, hamur işlerinle aranız iyi değilse, imdadınıza McDonalds tavuk menüleri yetişebilir. Pizzacılar da var alternatif olarak, çok çeşitli ve dilim satılıyor ama yöresel olmadığından biz pek itibar etmedik.

Çok güzel yerler gezdik. Biryandan tarih, bir yandan modern binalar, alışveriş merkezleri. Bir gece barların olduğu sokaktan geçtik. Gece hayatıyla meşhur bu şehir. Klüplerin önünde neredeyse yalnızca iç çamaşırlı ufak tefek kızlar. Neden bilmem hep üzülürüm bu manzaradan, kızmam, kınamam, üzülürüm. Belki mecburiyet duygusudur beni bu kadar derinden etkileyen. Tüm mecburiyetler gibi, bedenini de mecbur olduğun için tanımadığın bir erkeğe teslim etmek aslında karşı olduğum, katlanamadığım.

Big Buddha’yı ve oradaki manastırı ziyaret ettik. Dünyadaki en büyük buda heykeliymiş. Ruhuma tam olarak hitap etti oranın mistik havası. Heykele ulaşmak için çıktığımız yüksek merdiven, aslında istediğimiz bir şeye ulaşmak için ne kadar emek harcamamız gerektiğini, iki adımda ulaşabildiklerimiz zaten elimizin altındadır, uzaktakini ele geçirmek için çoookkkk basamak çıkmamız gerektiğini anlatıyor. Geleneksel birkaç parça eşya, biblolar satın aldık, dualar ettik.  

Gecenin büyülü ışıklarında Victoria Tepesinden Hong Kong’u seyrettik. Peak Tower’a çıktık. Muhteşem bir kule, her katı ayrı güzel. Yiyecek mekanları, mağazalar, ayrıca çıkmak için kullandığımız tramway yolculuğu da çok ilginçti.

Kadınların favori ziyaret yerleri gece pazarları var. Tüm markaların en güzel taklitleri orada. Oyuncaktan, çantaya, elektronikten, peruklara.. Ne ararsanız bulabilirsiniz ama mutlaka pazarlık yapın. Verdikleri fiyat neredeyse dörtte biri.

Bir gece Türk lokantasına gittik, Türk yemeği yedik.  Türkiye’de en kötü kebapçıda yiyeceğin cinstendi ve çok pahalıydı..

Büyük bir Outlet var, tüm markaların indirimli ürünleri. Orada azıcık kaybettim kendimi.

İlgimi çeken bir başka şey de, alışveriş merkezleri, ya da plazalara girişte güvenlik yok. Aranmıyorsunuz, çantalarınızı bir yerlere bırakıp, sonra da toparlanmaya uğraşmıyorsunuz. Biraz soruşturduk, meğer en güvenli şehirmiş. Çünkü cezalar çok ağırmış, en ufak şikayet olduğunda polis geliyormuş bu da çok caydırıcıymış.

Diğer ilginç olan da yaşlı nüfus yoktu. Sokakta gençler, çalışanlar ve öğrenciler çoğunluktaydı. Meğer onun da sebebi varmış. Yaşlıları köye gönderiyorlarmış.

Sömürgenin etkisi, her yerde İngilizce tabela görebilirsiniz, trafik de bizdekinin tam tersi yönde işliyor, şaşırabilirsiniz .

2011 Kasım ayında İstanbul’da kış başlamışken, orada askılı t-shirt ve sandaletlerle gezmekte keyfimizin bir parçasıydı. Uzakdoğuyu anlamak , oradaki benzer kültürleri de aşağı yukarı tanımak için önemli bir geziydi bence J





You Might Also Like

0 yorum

Mesajınız için teşekkürler...

Flickr Images

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı